Vestel Neden Samsung Olamadı?
Yazılarıyla her zaman ilham aldığımız sevgili hocam Selçuk Şirin, geçtiğimiz dönemde Türkiye’den Whatsapp çıkamamasını güzel bir yazıyla ortaya koymuştu. Durumumuzun vehametini göstermek için Vestel ve Samsung‘un 1998’de eşit olan piyasa değerini ortaya koyan bir grafik yayınlamıştı. Vestel‘in o dönemdeki kazancını taşa/inşaata yatırmasını eleştirirken, Samsung‘un bu seviyeye gelmesini AR-GE‘ye yaptığı yatırımla açıklıyor ve başarının hakkını teslim ediyordu. Ben de kendisinin haklı olduğunu ancak Zorlu’nun da gittiği yolun ticari açıdan mantıksız olmadığını yazmıştım ve neden böyle düşündüğümü yazacağımı söylemiştim.
Vestel ve Samsung 90’ların sonunda aynı piyasa değerine ve aşağı yukarı benzer yönetim/üretim/marka değeri seviyesine sahipti. Şu anda Samsung tartışmasız dünyanın en önemli teknoloji üreticilerinden biri/dünyanın en fazla patent alan şirketlerinden biri. Vestel ise o günden bugüne Samsung kadar ciddi aşama kaydedememiş ancak önemli yerel üreticilerden. Soru şu: Ahmet Nazif Zorlu parayı taşa, inşaata yatırmasaydı da ne yapsaydı? Kısaca izah edeyim.
Herhalde dedemin Kore gazisi olmasından mütevellit Kore-Türkiye meselesine hayatım boyunca ilgi duydum. Gazetecilik dönemimde defalarca Türkiye’nin Kore olamaması üzerine haber yaptığımdan konuyu epey öğrenme şansım oldu. Ayrıca dünyaca ünlü Koreli bir internet şirketi 3 yıl önce Türkiye pazarına giriş yapmaya hazırlanıyordu. Ben de kendilerine danışmanlık yapıyordum. O dönemde hem Kore’ye gitme şansım oldu hem de dünyaya bakışlarını derinlemesine inceleme fırsatı doğmuştu.
Coğrafya derslerimizin hamaset ve Türk’ün Türk’e propagandası konulu başlıklarda beceriksizliklerimizi örtmek ve dünyaya kendimizi kabul ettirmek için en büyük silahımızın rakipsiz jeopolitik önemimiz olduğunu anlatır dururlardı. Doğrudur, Türkiye’nin jeopolitik önemi yüksektir. Ancak Kore de en az Türkiye kadar önemli bir jeopolitik konumdadır. Amerika ve Batı için Rusya ve Çin‘e komşusu olan, Japonya‘yı kuzeyden koruyan, Pasifik güvenliğinde hayati önemde bir merkezdir. Kore bu avantajını birazdan anlatacağım ticari konularda çok iyi bir koz olarak kullanmış. Biz ise kendi önemimizi, İncirlik’i ve Mehmetçik’i meze yapıp, “silah almam bak” demek dışında pek kullanamadık.
Kore, bizim de katıldığımız meşhur savaşını yapıp, Güney tarafı Batı’nın yoluna girdikten sonra 60’ların sonundan itibaren Japonya‘nın 40’larda yapmaya başladığı yoldan gitmiş. Yani kopya üretim işine girmiş. Kopyalayarak bugünkü seviyeye gelmiş. Mesela Hyundai ilk dönemlerinde Mitsubishi ve Ford‘un fason üretimini yapıyormuş. Sonra kendi markalarını yaratmış. Bundan 25 yıl önce Koreli otomobiller, bugün Çinli otomobillerin gördüğü muameleyi görüyordu. Şimdiyse dünya devleriyle yarışıyor. Hatta Hyundai, Türkiye’de yatırımı arttırsın diye kapılarında yatıyoruz. Tabii bu başarıda devletin demir-çelik sanayiine inanılmaz destekleri bulunuyor ki bu destekler aslında Dünya Ticaret Örgütü rekabet kurallarına kısmen aykırı iddiası var. Ancak yaptıkları aykırı olduğu söylenen işleri yukarıda bahsettiğim jeopolitik konumu kullanarak örtbas ettirmeyi başarıyorlar. Biz ise aynı yola, aynı günlerde giriştiğimiz Anadol macerasını 12 Eylül dönemiyle tamamen sona erdirmiş, fason üretimciliğe yönelmişiz.
Kopyalama işi başladıktan sonra bunun sürdürülebilir bir durum olmadığını insana yatırım yapmak gerektiğini 70’lerde anlamışlar. O günlerden itibaren devlet politikası olarak büyük bir eğitim hamlesine girişmişler. Okuma-yazmanın ötesine çıkıp, insanı merkeze alan bir eğitim stratejisi belirlemişler. Devlet, savunmaya en çok yatırım yapan devletlerden biri olmasına rağmen, en büyük silah yatırımı eğitim olmuş. İşi daha da ileri götürerek yetenekli gençleri dünyada eğitimin en üst düzeyde olduğu yer olan Amerika’da üst düzey üniversiteleri kazandıran liselere yerleştirmeye başlamışlar. Amerika’nın bütün sistemini baştan aşağı öğrenip, içselleştiren gençler yetiştirmişler. Bu insanlar eğitim sonrasında Amerika‘da kalmak yerine ülkelerine dönmüş, girişim yapmaya teşvik edilmiş ya da girişimlerde yönetici yapılmış. Bugün bildiğimiz bütün Koreli şirketlerin neredeyse tüm üst yönetimleri devlet desteğiyle Amerika’da üst düzey eğitim almış Koreli isimlerden oluşuyor. Eğitim memleket meselesi olarak görülmüş.
Devlet gerek sanayi, gerekse teknoloji yatırımlarını sonuna kadar desteklemiş. Her türlü maddi, manevi ve fiziksel altyapıyı sunmaya çalışmış. Şirketlerin kendisi ve devlet resmen kabul etmese de bugün Türkiye’de N11‘le faaliyet gösteren SK, devletin her türlü desteğiyle Amerikalı eBay‘i denize dökmüş. Türkiye’de Line ile faaliyet gösteren NHN, yerel arama motoru Naver da SK‘in aldığı destekler gibi destekler alarak dünya devi Google’ı Kore’den silmiş. Gidip, gördüm Kore devleti bu alanda yerel şirketlerin katma değer yaratması için aklın sınırlarını zorlayan destek ve teşvikler veriyor.
Türkiye ise eğitim alanında Kore’nin tam aksine davranışlar sergilemiş. 12 Eylül darbesiyle yetişmiş tüm entellektüellerini ülke dışına kaçıran/süren Türkiye, akademik eğitimini YÖK zorbalığına teslim etmiş. Neredeyse her gelen bakan sistemi değiştirmiş. Eğitim, siyasi insan kaynağı yetiştirme alanına çevirilmiş. (Not: Açıkçası bu tuhaf sistemde nasıl okudum, dünyayı kavradım halen inanamıyorum. Sanırım sadece tesadüf.) Eğitim sistemimizdeki çöküşü Selçuk hoca bütün yazılarında rakamlarla ortaya koyuyor. Eğitimde dünyanın en başarısız ülkeleri ligindeyiz. Anlama, kavrama, okuduklarını uygulama/uyarlama konusunda açıkça başarısızız. İleri düzey bilgisayar kullanan insan kaynağımız yok seviyesinde. Başarısız olmamızın sebebi çocuklarımızın aptal olması değil. Tamamen yanlış eğitim politikaları.
Gelelim Vestel ve Samsung işine. Açık konuşalım herhangi bir Kore ürününün kalitesinden rahatsız mıyız? Tamam devlet Samsung‘u ya da diğer şirketleri desteklemiş. Hatta kurallara aykırı da davranmış ama sizce bu kadarı yeterli mi? SK, Naver ya da Samsung bu kadar başarıya ulaşmışsa kendileri de kaliteli hizmet vermiş. Peki kaliteli hizmeti sadece devlet desteğiyle mi vermek mümkün? Eğitimli insan kaynağına sahip olmasa Samsung ya da Naver bu ürünleri üretip, gördüğümüz başarıyı gösterebilir miydi? Dünya çapında şirketler olabilirler miydi? Bugün Türk Telekom‘un devletten aldığı destek ortada. Hizmet kalitesiyse hepinizin bildiği gibi yerlerde sürünüyor…
Ana soruya geri dönelim: Diyelim ki 1998’de Ahmet Nazif Zorlu da Samsung‘un yolundan gitseydi ne olurdu? Devletin desteğini görür müydü? Zorlu’ya sorsak, bırakın desteği köstek olmasınlar yeterdi diyecektir. Hadi devlet destekledi, Zorlu kiminle yapacaktı bu büyük hamleyi? Türkiye’de dünya çapında şirketlerle rekabet edebilecek insan kaynağı var mı? Biz bu kaynağı yetiştirdik mi? En alttaki çalışandan en üsttekine kadar gerekli eğitim donanımını verebildik mi? Bugün meslek lisesi elektrik bölümü çıkışlı binlerce insan, basit devre bağlamadan mezun oluyor. Parayı döktük, girişimciyi bulduk peki hangi insanla teknoloji hamlesi yapacaktık? Selçuk hocanın dediği gibi daha her gün okuttuğumuz Andımız‘ı öğretemediğimiz insan kaynağıyla mı başaracaktık?
Unutmayalım Türkiye’de hiçbir iyilik de cezasız kalmamış, insana da hiçbir zaman adam akıllı yatırım yapılmamıştır. Zorlu, bence parayı inşaata ve taşa yatırarak iyi yapmamıştır ama kendi ticari açısından mantıklı ve doğru davranmıştır. Bu kadarlık Vestel teknoloji yatırımı bile bence büyük cesarettir. Eminim ki Samsung‘un yoluna girip, dünya çapında iş yapma hamlesine atılsaydı şu anda herkesin başarısızlığıyla, parasını çar çur etmesiyle alay ettiği “keriz” olacaktı. Çünkü maalesef en değerli kaynak olan yetişmiş insan kaynağı yeterli değildi. Şimdiyse Zorlu, gülünç rant ekonomimizin krallarından biri…